Vücudumuz, sakin bir ortamda olduğumuzda sindirim ve enerji depolama gibi tepkiler verirken, tehlike anlarında alarm tepkisi ortaya çıkar ve savaş ya da kaçma tepkileri oluşur. Bu tepkiler, vücudumuzun savunma mekanizmaları olarak bilinir. Konya Ticaret Odası (KTO) Karatay Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokul Müdürü Doç. Dr. Füsun Sunar, afetlerin beden, duygu ve davranışlara nasıl yansıdığını aktardı. KTO Karatay Üniversitesi Sağlık Bilimleri Yüksekokul Müdürü Doç. Dr. Füsun Sunar, vücudumuzun daha çok otomatik yani istemsiz olarak tepkiler verdiğini belirterek; “Afetler tehlike anlarıdır. Dışarıdan duyularımızla pek çok tehlike sinyalleri beyne ulaşır ve beynimiz ‘savaş’ ya da ‘kaç’ şeklinde vücut sistemlerini harekete geçirir. Savaş ya da kaç anında kalp hızlanır ve güçlü atmaya başlar. Çünkü bu durumlarda özellikle beynin, kalbin, kasların kana yani enerjiye ihtiyacı vardır. Cilt soluklaşır, kan basıncı artar, derin soluk alıp verme, göz bebeklerinde büyüme, terlemede artış, ağız kuruluğu, sindirim ve boşaltımda duraklama, metabolizma da artış ve zihinsel aktivitelerde artış oluşur” dedi. “Vücudun Fizyolojik Tepki Vermemesi, Hastalığa ya da Ölüme Yol Açabilir” Vücudun tehlike anlarında verdiği fizyolojik tepkilerin normal olduğunun altını çizen Sunar; “Bu tepkilerin oluşmaması halinde iç denge bozulur ve hastalıklarla ya da ölümle sonuçlanabilir. Bu tehlike durumlarında ilk düzenleme sinir sitemi tarafından yapılırken durumun uzun sürmesi halinde hormonal düzenleme işin içine girer. Sters hormonları dediğimiz adrenalin ve kortizol gibi hormonlar iç dengeyi korumak ve hayatı devam ettirmek üzere çalışır” şeklinde konuştu. “Tehlike Anlarında Fiziksel, Duygusal ve Davranışsal Tepkiler Ortaya Çıkar” Fiziksel tepkileri sıralayan Sunar; “Tehlike anlarında fiziksel, duygusal ve davranışsal tepkiler de ortaya çıkar. Baş, göğüs ağrısı, mide yanması ve/veya bulanması, kalp sıkışması, gürültüye karşı duyarlılık, iştah artması ya da tam tersi azalması, sürekli yorgunluk hali, nefes darlığı ve kolay hastalanmak gibi fiziksel tepkiler aslında bedenimizin stres karşısında bir çeşit kendini ifade etme halidir” dedi. Sunar, en sık rastlanan duygusal tepkilere dikkat çekerek; “Şok, üzüntü, öfke, endişe, suçluluk, umutsuzluk, kaygı, korku, karamsarlık, donukluk, aşrı sinirlilik, çaresizlik, kendi gibi hissetmeme ve geçmiş travma ve kayıpların alevlenmesi verilen duygusal tepkilerdir” ifadelerine yer verdi. “Uyku ve yeme bozuklukları, sosyal çevreden uzaklaşma, kendini ihmal etme, içe kapanma, kaçınma davranışları, konuşmama, dikkatsizlik ve dağınıklık, sürekli aynı şeyle uğraşma, hiçbir şey olmamış gibi davranma, en sık gösterilen belli başlı davranış biçimleridir” diyen Sunar, davranışsal tepkileri anlattı. “Kalıcı Bozukluk Oluşmaması İçin Önlem Alınması Gerekmektedir” Fiziksel, duygusal ya da davranışsal tepkilerin uzun sürmesinin veya tekrar tekrar aynı stresleri yaşamanın kalıcı bozuklar oluşturabileceğinin altını çizen Sunar, “Bu tür kalıcı durumlarda tıbbi ve psikososyal destek alınması gerekmektedir. Bu stresler tekrar yaşanmasa bile bilinç altında bu durumlar kayıt altındadır. Kayıtlı olan bu durumları tetikleyen dışarıdan gelen duyularımızla aldığımız hatırlatıcı olaylar tekrar bu stres anını yaşamamıza neden olabilir” diyerek durumu bir örnekle açıkladı. “Örneğin stres anlarını hatırlatan koku, görüntü, ses ve hareketler vb. durumlar bilinç altındaki kayıtlı olan anıları hatırlatarak tekrar fiziksel, ruhsal ve davranışsal tepkileri vermemize neden olabilir. Bu bilinç altının insanın hayatta kalması için gösterdiği bir tepkidir ve koruma amaçlı gösterir. Bunun bilinçli olan zihnimize ve bilinç altına aktarılması ile durumun normal olduğu farkındalığı geliştirilmesi önemlidir. Bu farkındalık insanlarda fiziksel, duygusal ve davranışsal tepkilerin azalmasında hatta kaybolmasında yardımcı olur. Bunun içinde kişisel veya destek alarak uygulanan terapi yöntemleri kullanılabilir” diyerek tepkilerin azalması için farkındalığın gelişmesinin önemli olduğunu söyledi.